19 Aralık 2025, Cuma
00:05

Zakir Avşar'dan değerlendirme: “Yaşlı yoksulluğu ve biz”

Zakir Avşar'dan değerlendirme: “Yaşlı yoksulluğu ve biz”

Akademisyen ve Haber7.com yazarı Prof. Dr. Zakir Avşar, “Yaşlı yoksulluğu ve biz” başlıklı köşe yazısında bütçe tartışmalarından emeklilerin yaşadığı ekonomik sıkıntılara, demografik dönüşümden sosyal güvenlik sistemlerinin geleceğine kadar geniş bir çerçevede değerlendirmelerde bulundu.

NAZLI ÖNGÖREN / ANKARA - BHA

Akademisyen ve haber7.com yazarı Prof. Dr. Zakir Avşar, "Yaşlı yoksulluğu ve biz" başlıklı köşe yazısında şu ifadelere yer verdi:

"Bütçe dönemindeyiz. Her ortamda mevzu aynı, talepler, yakınmalar, uyarılar var: “İnsanlar geçim sıkıntısı içinde, ekonomi düzelsin, emeklilerin aylıkları iyileştirilsin. Yoksa bunun faturası iktidara çıkar, yerel seçimlerde olduğu gibi, ilk genel seçimde de emekli iktidara “ders” verir.”

Kuşkusuz ki emekliler de, ücrete bağlı çalışan kesimler de yaşadıkları sıkıntıları dile getirmekte ve daha iyi şartlarda bir hayat arzularında haklılar.

Ancak bu da yerel seçimlerde olduğu gibi “iktidarı cezalandırmakla, değiştirmekle” çözülecek bir sorun gibi görünmüyor. Yerel seçimlerde AK Parti’ye ders vermek üzere tercih edilenlerin şehirleri ne hale getirdiği ortada…

Vatandaşımızın hangi saikle olursa olsun yaptığı/yapacağı tercihine saygı esastır, mamafih siyasette oy verme tutum ve tercihlerinin duygusal bir iklimden gerçeklere evrilmesi, daha akılcı bir yaklaşım içinde cereyanı ortak yararımızadır.

Yoksa sandıkta vermek istediğimiz “ders” yerel seçim örneğinde olduğu gibi kendimize hızlı bir şekilde kötü, kalitesiz, sorunlu bir hayat olarak yansıyabilir…

Ortalama hayat süresinin uzaması, doğurganlık oranlarının düşmesi ve küresel ölçekte işgücü piyasalarının dönüşmesi, teknolojik gelişmelerin etkisi, modern toplumların sosyal refah düzeneklerini yeniden düşünmeye zorlayan bir demografik değişimi beraberinde getiriyor.

Bu değişim, nüfus piramidinin biçimi ile birlikte ekonomilerin işleyişinden refah politikalarının kapsamına, kamu maliyesinin sürdürülebilirliğinden aile yapılarının fonksiyonlarına kadar geniş bir alanı etkiliyor.

Bu çok boyutlu dönüşümün en somut ve çarpıcı sonucu ise yaşlı yoksulluğunun giderek artması olarak karşımıza çıkıyor.

Yaşlı yoksulluğu, tek başına ekonomik kaynakların tükenmesi ya da gelirin düşüklüğü anlamına gelmez; bireyin uzun ömür sürecindeki kırılganlığının ekonomik, sosyal ve sağlık yönleriyle birlikte yoğunlaştığı bir risk alanının da ifadesidir. Bu nedenle yaşlı yoksulluğu, demografik değişimi merkeze alan her ciddi politikanın göz ardı edemeyeceği; çözümünün ise çok katmanlı bir sosyal mimari gerektirdiği karmaşık bir olgudur.

Yaşlı yoksulluğunun artışında temel etken, sosyal güvenlik sistemlerinin tasarım mantığı ile bugünkü demografik gerçeklik arasındaki uyumsuzluktur.

20. yüzyılın ortalarında oluşturulan sosyal güvenlik modelleri, geniş ve genç işgücü tabanının prim ödemelerini esas alarak daha sınırlı bir yaşlı nüfusu finanse etmeye dayanıyordu. Oysa günümüzde bu model tersine dönmüş durumda: birçok ülkede her emekli başına düşen çalışan sayısı kritik seviyelere gerilemiş, prim tabanı daralmış, emeklilikte geçen süre tarihte hiç olmadığı kadar uzamıştır.

Prim geliri ile emekli maaşı ödemeleri arasındaki makas giderek açılmakta, sistemin sürdürülebilirlik zemini zayıflamaktadır. Bu yapısal dönüşüm, sanılmasın ki gelişmekte olan ekonomilerde var; bu dengesizlik Almanya, Fransa, Japonya ve Güney Kore gibi güçlü sanayi ülkelerinde bile bütçe açıklarını büyüten ve politik kararlılığı zorlaştıran bir dinamik oluşturmaktadır.

Sorun, elbette salt demografik değildir. Küresel işgücü piyasalarının esnekleşmesi, güvencesiz çalışma biçimlerinin yaygınlaşması, yarı zamanlı ve kısa süreli istihdamın artması, kayıt dışı ekonominin dünya genelinde kalıcılığını sürdürmesi ve ücretlerin reel olarak baskılanması, bireylerin emeklilik döneminde karşılaşacağı finansal kapasiteyi zayıflatmaktadır.

Emeklilik sistemi ne kadar güçlü olursa olsun, bireyin çalışma hayatı boyunca maruz kaldığı gelir dalgalanmaları, prim ödeme düzensizlikleri ve düşük ücretli istihdam, yaşlılık dönemindeki yoksulluk riskini doğrudan belirleyen kritik değişkenlerdir.

Avrupa’da mini-job (mini iş” ya da “küçük çaplı iş) benzeri düşük primli istihdam modelleri, ABD’de bireysel tasarrufa dayalı emeklilik yapıları, Doğu Asya’da yaşlı nüfusun giderek azalan aile dayanışmasına bağımlılığı bu sorunun ülke ölçeklerinde farklı biçimlerde tezahür ettiğini gösteren örneklerdir.

Küresel ölçekte incelendiğinde Japonya, yaşlı yoksulluğunun karmaşık sonuçlarını en dramatik biçimde yaşayan ülkelerden biridir. 65 yaş üstü nüfusun oranının yüzde 30’a yaklaşması, emeklilik sisteminin mali yükünü aşırı derecede artırmış, toplumsal kaynakların yeniden dağılımında ciddi baskıya yol açmıştır. Uzayan hayat süresine karşılık çalışma çağındaki nüfusun daralması, yaşlıların geçimlerini sürdürebilmek için ileri yaşlarda çalışma zorunluluğunu doğurmuş; bununla birlikte bakım hizmetlerinin maliyeti hızla yükselmiştir.

Literatürde on yılı aşkın süredir tartışılan yaşlıların düşük gelir nedeniyle küçük suçlara yönelip cezaevlerini bir çeşit sosyal bakım alanı olarak görmesi, demografik kırılganlığın toplumsal güvenlik alanında nasıl bir yan etki yaratabileceğini gösteren çarpıcı bir örnektir.

Almanya’da ise sosyal devletin daha güçlü olmasına rağmen yaşlı yoksulluğu özellikle düşük nitelikli ve güvencesiz işlerde çalışmış bireylerde belirginleşmiş, bu nedenle devlet asgari emeklilik desteği benzeri mekanizmaları güçlendirmek zorunda kalmıştır.
Türkiye açısından bakıldığında yaşlı yoksulluğu sorunu hem mevcut hem geleceğe yönelik iki yönlü bir risk üretmektedir.

Türkiye uzun süre genç nüfus avantajını taşıyan bir ülke olarak görülse de gerek doğurganlık oranlarının Avrupa ortalamasına yaklaşması gerek yaşam süresinin uzaması, ülkenin hızla yaşlanacağını göstermektedir.

Mevcut sosyal güvenlik sistemi ise bu dönüşüme tam olarak hazırlıklı değildir. Türkiye’de yıllar boyunca devam eden yüksek kayıt dışılık, düşük ücretli istihdam, asgari ücrete bağımlı prim ödeme yapıları ve emekli aylıklarının enflasyon karşısında kaybettiği değer, emeklilik gelirlerinin geniş bir kesim için taban seviyelere yakınlaşmasına yol açmıştır.
Aynı zamanda erken emeklilik uygulamaları, aktif/pasif oranını bozarak sosyal güvenlik sistemine kalıcı yük bindirmiştir.

Türkiye’de her yıl sosyal güvenlik kurumlarına yapılan bütçe transferlerinin rekor seviyelere yükselmesi, sistemin finansman açıklarının geldiği noktayı açıkça göstermektedir. Bu durum ekonomik bir sorun olduğu kadar genç kuşakların ekonomik beklentilerini ve sosyal adalet algısını da etkileyen bir dinamik haline gelmiştir.
Yaşlı yoksulluğunun azaltılması, çok boyutlu bir politika perspektifi gerektirir. Ekonomik büyüme hızının artırılması, işgücü piyasalarının istihdam kapasitesinin genişletilmesi, kayıt dışılığın azaltılması ve reel ücretlerin iyileştirilmesi, emeklilik sistemlerinin mali sürdürülebilirliğinin ön koşullarıdır.

Bunun yanında modern sosyal devlet anlayışı, tamamlayıcı emeklilik sistemlerinin yaygınlaştırılmasını, otomatik katılımlı tasarruf modellerinin güçlendirilmesini ve ileri yaşlarda çalışma için uygun, ayrımcılıktan uzak işgücü politikalarının geliştirilmesini gerektirir.

Yaşlı bakım hizmetlerinin kurumsal ve ev temelli biçimlerde genişletilmesi, sağlık harcamalarının yaşlılık döneminde doğurduğu mali şoku azaltan bir diğer kritik politikadır. Bunlara ek olarak emekli maaşlarının hesaplanma biçimlerinin gelir dağılımını gözeten ve yaşam maliyetlerine karşı daha dayanıklı bir yapıya kavuşturulması, uzun vadeli istikrarlı bir sosyal refah mimarisi için kaçınılmazdır.

Diyeceğimiz odur ki, yaşlı yoksulluğu, kesinlikle ekonomik bir kırılganlık alanıdır ama buna ek olarak demografik değişimin, işgücü piyasası dinamiklerinin, kamu maliyesi dengesinin ve sosyal devlet kapasitesinin kesiştiği çok katmanlı bir meseledir. Bu nedenle çözümü kısa vadeli popüler politikalardan ziyade uzun vadeli yapısal dönüşümler gerektirir.

Türkiye dâhil pek çok ülke, sosyal güvenlik sistemleri üzerindeki baskının artacağı bir döneme girmektedir. Yaşlanan toplum gerçeği, siyasi karar mekanizmaları için ertelenemez bir sorumluluk alanı oluşturmaktadır. Bir toplumun yaşlılarına sunduğu hayat standartları, onun hem ekonomik gücünün hem ahlaki derinliğinin en yalın göstergelerindendir. Dolayısıyla yaşlı yoksulluğu ile mücadele, ekonomik bir gereklilik olduğu kadar toplumsal bütünlüğün korunmasının da temel şartlarından biridir."

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN...

Benzer Haberler